‘Mi Kubbesi’ altında çeyrek asır

Nekropsi’nin “Mi Kubbesi” altına bıraktığı seda çeyrek asırlık bir çınar oldu. Grubun kült mertebesi, kuşaktan kuşağa yayıldı, katlandı. O yüzden bu hafta verecekleri konser, nasıl söylesek, en iyisi o klişe tabirle söyleyelim – hiçbir zaman klişelere yüz vermeyen Nekropsi’nin affına sığınarak – kesinlikle kaçmaz!

 

Egemen Limoncuoğlu – Nadiriyet. TDK’ya göre dilimizde böyle bir kelime yok. Fakat konu Nekropsi ise, pekâlâ böyle bir kelimeyi, grubun nevi şahsına münhasırlığına da uygun olarak kullanabiliriz. Nekropsi, nadiriyeti yüksek bir grup. Memleket müzik tarihinin kült sıfatını gerçekten hak eden ender (nadir de diyebiliriz. Üstelik TDK’ya göre nadir dilimizde mevcut. Ama sürekli aynı kelimeyi zikretmenin de alemi yok) gruplarından.

90’lı yılların hemen başında, rock barların, stadyumların hayatımıza girişine beş kala, Ankara’dan Darkphase ve Hazy Hill gibi grupların, İstanbul’dan Metalium, Critical Mass gibi isimlerin demo kayıtlarının kasetleri elden ele dolaşıyordu. Pentagram, Dr. Skull, Whisky ve Akbaba gibi grupların badrollü ‘yasal’ kasetleri piyasadaydı. Fotokopi dergiler ya da fanzinler ile müzik dergilerinin metal dünyasına ayırdığı sayfalar derken ciddi bir hareketlilik mevzubahisti. Siyah tişörtleri güneşte solmuş uzun saçlı genç insanların sayısı artmıştı. Üretken ve geleceğe dair heveslerle dolu bir zaman dilimiydi. Athena henüz thrash metal yapan gençlerden ibaretti, Şebnem Ferah ve Özlem Tekin grupları Volvox’un, Teoman grubu Mirage’ın geleceği için çalışıyordu. Moğollar yeniden bir araya gelmişti. O birkaç yıllık dönemin bize kazandırdığı isimlerden biri de Nekropsi olacaktı. Ya da o zamanki ‘hız dersi’ veren sert metalci hallerinin tercih ettiği isimle Necropsy.

O Necropsy, 1996’da ADA Müzik’ten çıkan ilk kasetleri (o zamanlar öyle diyorduk) “Mi Kubbesi”ne vardığında, hem onlar hem de memleketin rock/metal ortamları değişmişti. Stadyum konserleri normalimiz olabilecek kadar çok yapılmıştı. Müzik, özel radyolar ve televizyonlarla birlikte hayatımızdaydı artık, tek kanal dönemi çoktan geride kalmıştı. Athena punk ile ska sularına açılmış, Pentagram Türkçe şarkılar yapar olmuştu. Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Teoman artık birer solo sanatçıydı. Moğollar’ın geri dönüşü, epey bir genç insanda bile Anadolu pop ve rock kayıtlarının peşine düşme isteği uyandırmıştı. Necropsy de artık Nekropsi’ydi. Entrümantal ağırlıklı, sözleri ve insan sesini sadece gerektiğinde kullanan, o zaman da uydurma kelimeler zikreden bir yöne kaymıştı. Hani İzlandalı Sigur Rós yapınca alkışladığımız şeyler… Nekropsi’deki değişim, yerel ile global (ekonomi sayfasında değiliz, hayır) arasında kurabildikleri bağ, Zen’den doğan Baba Zula ile Replikas gibi grupların zuhur edişine denk düşüyordu aynı zamanda. Türkçe rock, hem popülerleşmesi kolay, akılda kalması rahat şarkılarla, hem de bu isimlerin biraz daha dikkat ve ilgi bekleyen müzikleriyle gümbür gümbür yükseliyordu.

“Biz Kadıköy’den Nekropsi”

Nekropsi, “Mi Kubbesi” döneminde sadece İstanbul’da 60’a yakın konser verdi. Ama onları bir anda başka bir kitleye ulaştıran konser Led Zeppelin’in Robert Plant ve Jimmy Page’inin İstanbul’da 1998’de iki gece arka arkaya verdiği konserler oldu. Rock’ın bu iki babasından hemen önce sahne aldılar. Sıklıkla anlatıldığı üzere, hem Plant hem de Page, Nekropsi’ye bayıldı. Hatta anlatılanlara bakılırsa Jimmy Page, ikinci gece daha iyi çaldınız diyecek kadar grubun sahnesini yakından takip etmişti.

Nekropsi’nin ikinci bir albüm yapması için takvim yapraklarının (ya da artık cep telefonlarının tarih hanesinin) 2007’yi göstermesi gerekecekti. Hatta bu durumu nüktedan bir dille albüm adını “Sayı 2: 10 Yılda Bir Çıkar” olarak belirlemişlerdi. Alıntılanmış sesler, deneysellik dozu ve ritmik yapısı çok güçlü bir albümdü. Akabinde bir de “Nekropsi 1998” kaydı CD formatında raflarda yerini aldı. Eski kayıtlar, dinlemediğimiz veriyonlar içeriyordu. Ama grubun ‘nadiriyet’ine zeval vermiyordu bu albüm. Yine yeni bir kayıt dinlememiz için kendilerinden 2012 Aralık ayında başlattıkları ve “Aylık” başlığı altında tek tek internet alemine servis ettikleri şarkıları beklememiz gerekecekti. O şarkılar da bilahare bir albüm halinde  2014’te dijital mecralarda yerini aldı.

Cevdet Erek ve Cem Ömeroğlu, Nekropsi’nin uzun serüveninin değişmez iki ismi olarak kaldı. Cevdet Erek artık bir doçent doktor, ses ve mekân, mimari üzerine çalışmaları ve film müzikleriyle tanınıyor. Cem Ömeroğlu da ses teknolojileri ve kayıt konusunda hoca.

Nekropsi’nin “Mi Kubbesi” altına bıraktığı seda çeyrek asırlık bir çınar oldu. Grubun kült mertebesi, kuşaktan kuşağa yayıldı, katlandı. TDK’yı daha fazla kızdırmadan son bir kez kullanalım nadiriyet kelimesini, grubun nadiriyeti de bunca yıl bâki kaldı. O yüzden bu hafta Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatro’sunda verecekleri konser, nasıl söylesek, en iyisi o klişe tabirle söyleyelim – hiçbir zaman klişelere yüz vermeyen Nekropsi’nin affına sığınarak – kesinlikle kaçmaz!

Notlar:

– Rober Plant ve Jimmy Page’in İstanbul’daki konserlerinde çaldıktan sonra Nekropsi’ye bu iki dev isimle turneye devam etme teklifi gelir. Fakat pasaportları bile yoktur o esnada ve bu fırsatı kaçırmak zorunda kalırlar.

– “Tabutta Rövaşata” filminin müzikleri için Derviş Zaim ilk önce Nekropsi’ye teklifte bulunur. Fakat filmin müziklerini, bu proje için Zen’den evrilerek kurulan Baba Zula yapar. Böylece takip etmeye doyamadığımız Baba Zula hayata geçer.

– “Mi Kubbesi”nin açılış parçası “Crying Game” adını Neil Jordan’ın aynı adlı filminden alır. Stephen Rea ve Miranda Richardson’un başrollerinde oynadığı film, İngiliz Film Enstitüsü’ne göre tüm zamanların en iyi İngiliz filmlerinden biri.

– Bugün şarkıları periyodik olarak dijital platformlardan sunmak gayet normal gelse de, Nekropsi’nin 2013 boyunca yaptığı “Aylık” serisi bu yeni düzenin bizdeki ilk örneklerindendi.

Zaman uçar sen şarkıyı hatırla

Yıldönümleri pek çok açıdan bize hatırlama fırsatı verse de geriye dönüp baktığınız yol uzadıkça bir parça hüzünlendirir de. Metallica’nın beşinci albümü olan ve Elektra Records tarafından yayınlanan “Black”in dinleyicilerle buluşmasının üzerinden tam 30 yıl geçti. 30 milyondan fazla satışa ulaşan albüm için grup “The Metallica Blaclist” adlı özel bir çalışma yayınladı. Elton John’dan Miley Cyrus’a, Phoebe Bridgers’tan Biffy Clyro’ya birbirinden önemli isimlerin yer aldığı bu özel çalışmada “Black” albümünün unutulmaz parçalarının cover’ları 53 isim tarafından seslendiriliyor. Metallica dışında bu yıl özel bir yıldönümü edisyonu yayınlayan isimlerden biri de Lady Gaga’ydı. Layd Gaga’nın 2011’de yayınladığı ve 10’uncu yıldönümü vesilesiyle yeni bir edisyonla dinleyicilerle buluşan “Born This Way” albümü de zamanın uçuculuğunu bir kez daha anımsattı. Zaman uçar sen şarkıyı hatırla dedik ve son 30 yılda yayınlandıkları döneme ve sonrasına damga vuran albümleri derledik.

2011

– Layd Gaga – “Born This Way”

– Adele – “21”

– Lenny Kravitz – “Black and White America”

– Sezen Aksu – “Öptüm”

– Teoman – “Aşk ve Gurur”

2001

– Jennifer Lopez – “J. Lo”

– Tarkan – “Karma”

– Destiny’s Child – “Survivor”

– Tiziano Ferro – “Rosso Relativo”

– Şebnem Ferah – “Perdeler”

1991

– Metallica – “The Black Album”

– Nirvana – “Nevermind”

– Queen – “Innuendo”

– Sting – “The Soul Cages”

– Mariah Carey – “Emotions”

Bonus: 2016’da kaybettiğimiz Prince’in ölümünden altı yıl önce kaydettiği “Wellcome 2 America” albümü de bu yıl dinleyicilerle buluştu.

Views:
37
Article Categories:
Kültür & Sanat

Comments are closed.